uz. Dr. Emrah KABATAŞ TUS yazıları

Doktorlar Neden Mutsuz?
Hepimiz idealist olarak üniversite sınavında ilk %1 "e girerek tıp fakültesini kazandık. 6 yıl boyunca zorlu sınavlardan geçip bazılarımız pratisyen olarak, bazılarımız ise uzman olmak için ek olarak TUS"u geçerek bu günlere geldik. Ama bu zorlu sınavları geçerken geleceği hiç düşünmedik. Sadece "hedef" vardı. Doktor olacaktık. Çoğumuzun gördüğü doktorlar ise üniversitedeki hocalarımızdı. Bilgili, maddi kaygısı olmayan, herkesin saygı duyduğu, tanı, tedavi ve cerrahisi ile hastaları iyileştiren başarılı kimselerdi. İşte doktorluk bu olsa gerekti. Bu amaç uğruna "çoğunlukla ders çalışmak için geçen, hobilerinden vazgeçilen, hayatın en güzel yılları" feda edilebilirdi. Çoğumuz için öylede oldu. Ama gerçeği hiç düşünmemiştik o yıllarımızı verirken. Gerçekler…. Sanırım üniversite yıllarında düşünmemek mutlu etmişti. Şimdi mutlu değiliz çünkü biliyoruz, düşünüyoruz ve farkındayız.
Hayatımızın en güzel yıllarını "zorlu sınavlardan geçerek" öğrendiğimiz mesleğimizden tatmin olmak istiyoruz,
Mecburi hizmette nereye gideceğimizi düşünüyoruz,
Ailemizi nasıl götüreceğimizi düşünüyoruz,
Eşiniz özelde çalışıyorsa yanınıza gelemeyeceğini biliyoruz,
Mecburi hizmet bittikten sonra istediğimiz yere muhtemelen gidemeyeceğimizi biliyoruz,
Üzerine yan dal yaparsak aynı siklusun bir daha olacağını biliyoruz,
İstifa sonrası özellerde kadro bulmanın zor olması nedeniyle kolay kolay istifa edemeyeceğimizi biliyoruz,
ÖSYM"nin yaptığı sınavlar haricinde çoğu sınavda kazanmak için en önemli kriterin "yüksek mevkilerde tanıdık" olduğunu biliyoruz,
Muayenehane açmanın "imkansıza yakın" bir hale geldiğini biliyoruz,
Nitelikli değil çok sayıda hasta bakmanın daha önemli olduğunu biliyoruz,
İşin ilginç yanı niteliksiz muayene edenle, nitelikli muayene edenin önemsenmediğini, önemli olanın hastaya sadece "bakmak" olduğunu biliyoruz,
Bunun hasta tarafında da değerli olmadığını çünkü; üniversitede okurken karşılaştığımız hasta popülasyonunun "en okumuş", "en saygılı" popülasyon olduğunu, maalesef ülkemizin çoğu popülasyonunda durumun tam ters olduğunu biliyoruz,
Detaylıda baksan hastalar tarafından saygı duyulmadığımızı biliyoruz,
Üniversitelere açılan kadrolara atanmak için okul derecesinden, yaptığınız yayınlardan veya bildiğiniz dilden daha önemli şeyler oluğunu biliyoruz,
Para kazanmanın eğitim seviyesiyle alakasının olmadığını biliyoruz,
Çoğumuz uzman olduktan sonra "başka iş yapmamız gerek" diyip bu kadar emeği çöpe atamadığımız ve risk almayı göze alamadığımız için "bu işi yapmaya mecbur olduğumuzu" biliyoruz,
Ve bunları fark ettiğimiz zaman yolun yarısına gelmiş oluyoruz.
Belki Tıp fakültesini tercih ederken tüm bunları bilseydik "bilerek girdim ve hazırım" derdik. Ben hala bir şeylerin değişeceğini düşünüyorum. Siz doğru olanı yapmaya devam edin, kendinizi mesleğinizde geliştirin. Su akar yolunu bulur. Ayrıca çocuklarınızı iyi yetiştirin. Onlara düşünmeyi ve hakkaniyeti anlatın. Dürüst, çalışkan, bilgili, okuyan ve hakkaniyetli nesle ihtiyacımız var. O çocuklar çok hızlı büyüyorlar. ..
Bilgiye, düşünmeye, cerrahi beceriye, okumaya daha çok değer verildiği zamanın kısa sürede gelmesi dileğiyle…
Uz. Dr. Emrah KABATAŞ
DİYET ve TUS
İnsanlar zayıflamak için birçok yola başvururlar. Spor salonları, diyetisyenler vs… Ama mekanizma bilmeden sizce zayıflamak mümkün mü? Hepinizin bildiği gibi vücudumuz enerji kaynağı olarak ilk önce karbonhidratları, sonra yağları en son ise proteinleri kullanır. Peki bizim eritmek istediğimiz yerler yağlardan oluşmuyor mu? O zaman karbonhidrat alımını sınırlamazsak yağlara asla sıra gelmez. Yani diyetin temeli karbonhidrattan fakir beslenmektir. Birde şunu bilmek gerekir; karaciğerdeki glikojen miktarı ortalama 18 saat yetecek kadardır. Yani biz yaklaşık 18 saat karbonhidrat almazsak enerji karşılamak için yağlara sıra gelecektir. Karbonhidrat yemeyeceksek geriye yağ ve protein kalıyor. Zaten popüler diyetlerin ana mekanizması da budur. Ağırlıklı protein yersek Dukan diyeti, yağ+protein yersek Karatay diyeti oluyor.
Peki diyette egzersizin yeri neresi? Aslında zayıflamak için egzersiz doğru bir seçenek değil. Örneğin 1 dilim beyaz ekmek ortalama 65 kcal. 4 dilim yerseniz 260 kcal almış oluyorsunuz. Aynı kaloriyi yakmak için ortalama 30 dakika koşar adım yürümeniz gerekiyor. O gün pirinç pilavı, kek, poğaça gibi karbonhidrat içeren şeyler yediniz mi spor salonundan çıkmasanız dahi yediklerinizi yakamazsınız Yani diyetin özü boğazı tutmaktır. Spor tabiki kilo vermenize yardımcı olabilir, az yemek kaydıyla. Sporu asıl olarak sağlıklı olmak için yapmalıyız.
Aslında bizim kaçınmamız gereken asıl yiyecekler yüksek kalorili olanlar değil, glisemik indeksi yüksek olan yiyeceklerdir, yani insülin sentezini arttıran yiyecekler. Kan glikozu artınca, insülin ihtiyacı olan glikozu hücre içine sokar, fazlasını yağa dönüştürerek depolar. İşte yapmamız gereken şey insülin düzeyini arttırmamak. Bunu da düşük glisemik indekse sahip olan yiyeceklerle sağlayabiliriz. Bu yiyecekleri google’dan taratarak bulabilirsiniz.
Ancak bu şekilde beslenirken bilmemiz gereken diğer nokta karbonhidratların hemen insülin sekresyonunu arttırıp, hemen tokluğa neden olmalarıdır. Protein ve yağlar daha uzun sürede tokluğa neden olurlar. O yüzden protein ve yağ ile beslenip hemen doymadım deyip karbonhidrata saldırmamamız gerekir. ‘Yavaş yiyin’ denilmesinin asıl mekanizması budur. Yada paşa gönlünüz bilir hızlı yiyin ama hemen doymayacağınızı bilin, sofradan kalktıktan 10-20 dakika sonra tokluk hissinin oluşacağını bilin. İşte hepsi bu. Aslında mekanizma bilmek ve irade, zayıflamak için yeterlidir. Ne spor salonları, ne bitkisel karışımlar, nede zayıflamak için kullanılan ilaçlar…
TUS sitesinde diyet ile ilgili yazının ne alakası var diyebilirsiniz. Çalışma salonuna gitmek, kitap ve not satın almak TUS kazandırmaz! Bize gerekli olan şey ana mekanizmayı bilmek, neden-sonuç ilişkisini kurabilmek, düşünmek ve tekrar etmektir.
Hayattaki bütün emeklerinizin karşılık bulması dileğiyle…
Uz. Dr. Emrah KABATAŞ
RÜZGAR BİR GÜN TERSTEN ESECEK…
Eskiden bir çok Tıp Fakültesi öğrencisinin ben ‘şu branşta uzman olmak istiyorum’ diye bir ideali vardı. Peki ya şimdi? Konuştuğum birçok TUS’iyer “önce bir puanıma bakayım sonra bir şeyler düşünürüz” diyor. TUS’u kazanmak çok emek isteyen bir şey. İnanın daha zor olanı ise puanlar açıklanınca ne yazacağını bilememek… Peki neden?
Doktorluğun gelecekte nereye gideceği belli olmayan bir ülkede yaşıyoruz. Eskiden doktora saygı vardı. Çocukluğumu hatırlıyorum da doktora muayeneye gideceğim zaman güzel ve temiz bir şekilde hazırlanırdık. Doktor izin vermeden ne konuşur ne de bir şey söyleyebilirdik, saygı duyardık. Çünkü o doktor gençlik yıllarını dirsek çürüterek geçirmişti, en yüksek puanları alıp tıp okumuştu, bilgiliydi, bizi iyileştirecekti. Hayran kalırdım muayeneden sonra ve bir çok kişi gibi bende “doktor olacağım” demiştim o zamanlar. Peki şimdi?…
Kimse sizin aldığınız eğitimi, kazandığınız başarıları, yaptığınız fedakarlıkları ve bugüne nasıl geldiğinizi düşünmüyor, genellikle darp haberleri, şikayetler ve kazandığınız paralarla gündeme geliyorsunuz. Birde öyle lanse ediliyor ki ütopik paralar kazandığımız zannediliyor. Keşke kazansak…Hayat kurtarmanın, yeniden sağlığa kavuşturmanın değeri para-puanlarla ölçülebilir mi? Peki ölçülse ve bir ameliyatın ortalama puanı 10-15 hasta muayenesine eşit olsa….Birileri de bu ameliyatta komplikasyon çıksa da doktoru dava etsek diye beklese… Hasta ve yakınları tarafından şikâyet edilseniz ve hatta darp edilseniz…Hatta bunları da boşverin, hastaneye gelmek, doktor doktor dolaşmak, doktora hakaret etmek sosyal bir aktivite haline gelse???? Belki hatırlarsınız SSK-Sağlık Bakanlığı dönüşümü olurken hastalardan cüzi bir miktarda muayene ücreti nakit olarak alınıyordu (yanlış hatırlamıyorsam 3 TL). Alınmaya başladığı gün hasta sayımız neredeyse yüzde 90 azalmıştı. Bir gün önce 50-60 hasta bakarken o gün 5-6 hasta bakmıştım. O gün çok düşündüm insanlar araba yıkatırken, dışarıda yemek yerken, bırakın bunları sigara içerken parasını düşünmezken doktora muayene olurken herkes parasını düşünür olmuştu… Gerçekten hasta olan bunu yapar mı? Sizce neden bugün her yerde poliklinikler taşıyor? Bedava işin değeri olmaz….İnanın bugün baktığınız hastalardan 1 TL alın hastaların çoğu gelmez…Gerçi bu hastalar (hasta oldukları tartışılır) bedava bakıldıklarını zannediyorlar sadece… Bir şekilde ödediklerinin farkında değiller… Farkında olanlar ise acillere akın ediyorlar. Orada muayene olunca maaşlarından kesilmiyor çünkü. Zaten doktorda her acile gelene bakmak zorunda. Sonra acilde raporlu ilaçta yazmak zorunda kalırsınız. Böyle olmadı mı? Çünkü halka öyle söylendi…
Simdi siz söyleyin sizce doktorlar mutlu mu? Neden cerrahi yapsınlar, hatta neden hasta muayene etmek istesinler…Bu sistemin içinde idealistliğinde bir sonu var. 5-10 yıl sonra deneyimli ve bilgili hekim sayısı çok azalacak. O zaman bu hekimlere ulaşmak kolay olur mu hiç zannetmiyorum… Zaten bu nedenlerden dolayı Temel Bilimler’in veya hastayla daha az muhatap olan branşların puanı artmadı mı?
Bu anlattıklarım çoğumuzun düşüncesi. Peki durum lehimize çevrilebilir mi? Sistemi değiştirmemiz zor olduğuna göre kendimizi geliştirmeliyiz. Peki nasıl?
Öncelikle TUS sonrasında bilgiler taze iken board ve USMLE sınavlarına girilmeli. Diğer ülkelerde denklik alınmalı. Yapılabiliyorsa asistanlıkta değişim programı ile yurt dışında eğitimin bir kısmı sürdürülmeli. Yapılamıyorsa asistanlıkta para biriktirip eğitim için harcanmalı. Özetle kendimizi çok iyi yetiştirmeliyiz. Bu arada varsa yabancı dil sorunu da çözülmeli. Tam donanımlı olarak kendimizi yetiştirirsek çok kapı açılır, ister yurt içi, ister yurt dışı… Sadece biraz daha zaman gerek…
Az kaldı arkadaşlar, iyi hekim olun ve umudunuzu kaybetmeyin. Çünkü rüzgar bir gün tersten esecek…
Dr. Emrah KABATAŞ
Yorumlar
Yorum Gönder